Boya, Ziqi'yi sandala çağırarak tanıştı. Boya, Ziqi'ye “Sana bir melodi çalayım mı?” diye sordu. Ziqi ise “Hay hay, seve seve dinlerim” dedi. Boya hiç düşünmeden “Uludağ” melodisini çaldı. Ziqi, “Oh, Uludağ, Uludağ, ne kadar ulvî, ne kadar azametli!” diye yorum yaptı, Boya'yı hayranlıkla yanıtladı. Boya, “Akarsu” ezgisini de çaldı. Ziqi, hayranlık ve heyecanla, “Nehirde kabarıp dalgalanan sular ne kadar engin, güçlü ve kudretli!” diyerek Boya'nın çaldığı ezgiyi takdirle karşıladı. Boya da, Ziqi'ye, coşkulu duygularıyla “Bu dünyada bir tek sen beni anlıyorsun ve benim gerçek can dostumsun!” dedi. Onlar, böylelikle çok samimi iki dost oldu.
Boya, seyahatini bitirdikten sonra Ziqi'nin evine gelip onu ziyaret edeceği konusunda Ziqi'yle anlaştı. Boya, anlaştıkları günden bir gün önce, Ziqi'nin evine geldi. Ancak Ziqi, bir talihsizlik eseri, hastalanarak ölmüştü. Boya, bu acı haberi alınca büyük keder içinde kalarak ve kendini Ziqi'nin mezarı önüne atarak, özlem ve üzüntü dolu bir ezgi çaldı. Boya, sonra ayağa kalkarak Ziqi'nin mezarı önünde, yıllar yılı koruduğu çok değerli müzik aletini paramparça etti. Yü Boya, ondan sonra müzikle ilişkisini kesip müzik yaşamıyla vedaşlaştı.